OUR
CARTOONISTS

Cafer Zorlu

Cafer Zorlu

Ünlü karikatüristlerimizden Cafer Zorlu 1926’da İnegöl’de doğdu. 24 Ağustos 2012 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Zorlu, annesinin vefatından sonra 1939 yılında İstanbul’a geldi. Çocukluğu Karagümrük’te geçti. Kahveci, terzi, berber, tornacı çıraklığı, garsonluk, su satıcılığı, bulaşıkçılık gibi çeşitli işlerde çalışmaya başladı. Aynı zamanda kahvelerde karakalemle müşterilerin portrelerini yapıyordu. Karikatür çizmeye çok hevesliydi ancak bu hayâlini uzun süre gerçekleştiremedi, zira hayatını bir an önce kazanmak zorundaydı. Mahmutpaşa’da bir hırdavatçı dükkânı açtı. Ancak bu dükkânın kapanmasından sonra karikatüre başlama imkânı buldu. 

İlk çizgileri 1957’de Dolmuş dergisinde yayımlandı. Ardından Taş Karikatür dergisinde çizmeye başladı. Akbaba dergisinde çok uzun yıllar karikatür çizdi. Tercüman, Hürriyet ve Milliyet gazetelerindeki spor karikatürlerini o çizdi. Bu spor konulu karikatürleri ona birçok defa Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Spor Yazarları Derneği ödüllerini kazandırdı. 70’lerin sonunda Karakedi, 1981’de Ses dergisinin Atmaca mizah ekinde çizdi. Emekli olduktan sonra meslek hayatı boyunca çizmiş olduğu karikatürlerden yapılmış seçkin karikatürleri birkaç kitapta topladı. 24 Ağustos 2012 tarihinde Cennet Mahallesi’ndeki evinde vefat eden Zorlu, Büyükçekmece Mezarlığı’nda toprağa verildi. 

Eserleri: 20 Yılın Seçme Spor Karikatürleri, Hık Mık Kemer Sık, Konuşan Karikatürler, Köşk’ten Çizgiler, Nasreddin Hoca’nın Torunları, Varsa Olay Çizmek Kolay, Osmanlı İmparatorluğu Karikatürleri.

ZORLU BİR HAYATIN ÇIĞLIĞI

Bir Karagümrük çocuğu Cafer Zorlu. Her ne kadar İnegöl doğumluysa da küçük yaşta geldiği Karagümrük’te geçti çocukluğu, gençliği ve sonrası… 

Soyadının hakkını verircesine zorlu bir yaşam sürdü. Henüz küçükken kaybettiği annesinin ardından akla gelebilecek her türlü işe girdi, çıktı. Kahveci, berberi, terzi, garson, bulaşıkçı… Eli üç kuruş para tutunca da kendi işini kurdu: Mahmutpaşa’da hırdavatçılık.

Ama asıl tutkusu karikatürdü. Boşluk bulduğu her sayfaya çizdi, çizdi, çizdi. Sonra bütün taslak çizimlerini toparlayıp Dolmuş dergisinin çizeri ve sayfa sekreteri Altan Erbulak’a götürdü. Onun yol göstericiliğinde çizgisini daha da güçlendirdi. Ve ilk karikatürünü de Dolmuş’ta yayımladı. Yıl 1957. 

Sonrası dur duraksız bir maraton… 60’ların başında Akbaba’ya çizmeye başladı; kapanana kadar derginin lokomotifi oldu. Çalışkanlığı, ince esprileri ve hiç bitmeyen çizgisel arayışı ile döneminin en görünür karikatürcüsü oldu. Özellikle Yusuf Ziya’nın ölümünden sonra stil denemeleriyle dikkat çekti. Aynı yaşam tarzından gelen Zeki Beyner ile çok iyi bir ikili oluşturdular: Sokağı, gecekonduyu, yoksulluğu birinci elden anlattılar. 

Eskiz görünümlü, bitmemiş havası taşıyan çizimleri, spor karikatürcülüğüne getirdiği yorum ve karikatürlerine attığı “Caf” imzasıyla Türk karikatüründe ölümsüz bir yer edindi. 

SEMİH BALCIOĞLU ANLATIYOR

Karikatürümüz Cafer’le yepyeni bir çizgi, yepyeni bir espri anlayışı bulmuştu. Önce okura da karikatürcülere de bu anlayış biraz ters geldi ama bu süre uzamadı. Kendini çok kısa zamanda kabul ettirdi. Her çizerin olduğu gibi, onun da çizgisi ta kendisiydi, savruktu. Ramiz’in, Necmi Rıza’nın, Bedri’nin, Ali Ulvi’nin ve Ratip Tahir’in bitirilmiş çizgisinin dışında karikatürümüze bitirilmemiş bir çizgi anlayışı gelmişti Cafer’le. Savruk ve amiyane deyimle “lambur lumbur” bir çizgi. Demek ki okur bunu da bekliyormuş. Cafer Zorlu yılardan beri basınımızda eksik olan spor karikatürcülüğünde de çok başarılı karikatürlerin sahibi oldu. Necmi Tanyolaç’ın öncülüğündeki Tercüman’da çizdiği karikatürler, bu türün başarılı örnekleriydi. Nitekim, Cafer spor karikatürlerine son verince, günümüzde spor karikatürü de çizilmez oldu. 

YUSUF ZİYA ORTAÇ ANLATIYOR

– Tezgahtarlığı mı seviyorsunuz, karikatürcülüğü mü?

Yüzüme, alay mı ediyorsun der gibi baktı. Rüyasında bile karikatür görüyordu galiba. Karikatür onun için iş değil, şehvettir.  O gün anlaştık ve bir mukavele imzaladık. Cafer, Akbaba kadrosuna girdi. Caf’ın portresini çizeyim size: Uzun boylu. Zayıftır. Ama nasıl zayıf? Kemiğinden sonra derisi gelir. İkisinin arasında etti, yağdı, öyle şeyler aramayın. Yüzünün kızardığını hiç görmedim. Hayır, hayır, utanma anlamında değil… Hırslandığı zaman, öfkelendiği zaman daha da akçıllaşıyor. Bir gün hafiften bir iğne batıracağım bir yerine: Bakalım kan çıkacak mı? Sıkı Müslümandır: Namaz kılmaz ama oruç tutar. İki şeye meraklıdır çok: Ben odama kapanıp başyazımı yazarken ve akşam çantamı alıp tam kapıdan çıkarken yakalayıp çizdiği karikatürleri göstermeye… Cafer Zorlu için benden bir rapor isteseler şöyle yazarım: Yüzde on aptal, yüzde yirmi akıllı, yüzde otuz dâhi, yüzde kırk deli!

AKDAĞ SAYDUT ANLATIYOR 

 Cafer Zorlu Türk mizah dergilerinin en uzun ömürlülerinden biri olan Akbaba’da uzun yıllar çalıştı. Onun Akbaba’daki çizgileri ile gündemi en içten, en güler yüzlü çizgilerle izlemiştik yıllarca. O dergi karikatürlerindeki başarısını gazetelerde çizdiği spor karikatürlerine de taşımış bir ustadır. Cafer Zorlu kendine özgü karmaşık ve kalabalık çizgisi ile zeki ve çarpıcı esprileri ile özgün ve farklı bir sanatçıdır.  Cafer Zorlu “sağduyuyu, sezgiyi, zekayı ve sevgiyi” çizgiyle ifade eden bir çizgi ustasıdır.

ATEŞ NESİN ANLATIYOR

Uzun masalarda kadrolu karikatüristler harıl harıl çalışırlar, ürettiklerini derginin son sayısına yetiştirmeye çalışırlardı. Bazen çizdiklerini Yusuf Ziya Ortaç beğenmez, bazı değişiklikler yapmaları için onları geri çevirirdi. İşte böyle bir ortamda diğerleri gibi tanımış olduğum usta karikatürist rahmetli Cafer Ağabey ile her karşılaştığımızda konuşur, sohbet ederdik. Kendisi o yıllarda tutucu bir çizgiye sahip olduğundan ne babam onu, ne de o babamı severdi. Belki de bana o zaman öyle gelirdi. Aradan uzun yıllar geçti. Cafer Ağabey ile 5-6 yıl önce Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin lokalinde ve Basın Müzesi’nde birkaç kez karşılaştık. Cemiyet lokalindeki bir yemekte benim oturduğum masanın birkaç masa ötesinde kızı ve dostlarıyla oturuyordu. Çok yaşlanmıştı. Beni bir türlü anımsayamadı, ama ayağa kalkıp sağa sola sataşmaktan, diğer masadakilerle sohbet etmekten de geri kalmıyordu.Bir ara yanıma gelip hepimizin bildiği o Nasrettin Hoca fıkrasını farklı bir şekilde kulağıma fısıldadı: Nasrettin Hoca’ya komşuları, “Hoca müjde, senin tencere doğurdu” diye haber verirler. Hoca başını düşünceli düşünceli kaşıdıktan sonra söylenir: 

– Vay anasını bizim tencereyi becermişler desenize! 

CİHAN DEMİRCİ ANLATIYOR

Onunla sanırım ilk kez 1979’da Sunder Erdoğan ağabey sayesinde tanıştım. 79’da başlayan dostluğumuz 1981’de Ses dergisinin Atmaca mizah ekinde bir yıldan fazla birlikte çalıştığımız sürede daha sağlam bir hale geldi. An geldi Cennet Mahallesi’ndeki evinde o çok sevdiği kuru fasulyeden yedik, an geldi büyüdüğü semt olan Karagümrük’teki Darvakit Meyhanesi’nde uzun ve keyif dolu saatler geçirdik. Sonra başka dergilerde, Milliyet Yayınları’nda çalıştık bir ara. Karikatürcüler Derneği’nin etkinliklerinde bir araya geldik pek çok kez… Karikatür kitaplarını, benzersiz bir şekilde kitaplarının içine aldığı reklamlar sayesinde, kendi çabasıyla çıkartan, hayatın tüm zorluklarının içinden çıkarak, karikatür sayesinde hayata tutunan, sonrasında çocuklarını yetiştiren, sevgi dolu bir yürek 86 yıllık upuzun bir ömre sığdı. Cafer usta daha geçen yıl meslekteki 60. yılını bir karikatür sergisiyle kutlamıştı. Demek ki geride 61 yıllık bir emek bıraktı.  Kaç çizere nasip olur böylesi uzun bir yolculuk?.. Cafer Baba, bugün Zeki Beyner ağabeyin yanına gidiyor. Necmi Rıza da onları uzaktan izliyor belki de… Birbirini hem çok seven hem de birlikte oldukların da her daim tatlı tatlı didişen bu iki eski dostun ruhu belki bir yerlerde yeniden keyifli kavgalara girişir, belli mi olur? Güle güle Cafer Baba, güle güle Cennet Mahallesi’nin, Karagümrük’ün benzersiz kalemi…